14 Mayıs 2016 Cumartesi

KLASİK SİNEMA KUŞAĞINDAN KONFORMİST / THE CONFORMİST Bernardo Bertolucci

“Mağarada zincirlenmişlerin izledikleri gölgeler”



Devasa binalar insana kendini daha da küçük hissettirmek için yapılır. Daha kapıdan içeri girer girmez acizliğini hissedesin ve sesini çıkarmayasın diye. Soğuk, büyük kasvetli yerlerdir. Ve çokta tekin görünmezler, içten içe korkuyu deneyimler, yutkunur ve hizaya girersin.
Güçlüden yana olmak konforludur. Düzenin geniş olanaklarından yararlanır ve refah bir yaşam sürersin.
Clerici’ klasik eğitim almış bir Devlet Memurudur. 1938 li yıllarda Faşist Parti’nin gizli polis teşkilatında çalışmak üzere başvuruda bulunmuş ve güvenilirliği ile ilgili araştırmaların bitmesini beklemektedir. Aynı zamanda küçük burjuva bir ailenin kızı ile nişanlanmış ve evlilik hazırlıkları yapan bir adamdır.
“Normal bir görünüm kazanmak istiyorum” der neden evlenmek istediğini soran Radyo programcısı en yakın arkadaşına.
1922 yılında İtalya da Başbakan olarak iktidara gelen Mussolini Faşist Parti’ nin kurucusudur. İtalyanca Lider, önder anlamındaki  “Duce” unvanını kullanan Diktatörün kitleleri harekete geçirerek arkasına taktığı hedef, ülkesini Roma İmparatorluğu’nun eski ihtişamlı günlerine döndürmekti.
Ekonomide kendisini iktidara taşıyan gurupları destekleyerek tarım ve endüstride yarattığı canlılık İtalya da işsizliği azaltınca halk arasında desteği artmıştı. Ancak oluşan bu ekonomik iyileşme kendi çılgın hayalleri ülkeyi II. Dünya Savaşına sokunca Ülke perişan oldu.
Bernardo Bertullici 1940 yapımı filmde iktidarın güçlü dönemlerinde polis devletinin işleri nasıl yürüttüğünü hatta ülke dışındaki muhaliflere bile nasıl uzandığını son derece sade bir anlatımla vermiştir.
Normal/Konformist kavramını sorgulayarak izleyiciyi yakalamak isteyen usta yönetmen filmi tamamlarken kat kat inşa ettiği için, her katta ayrı bir hesaplaşma ile yüzleşmek kaçınılmaz oluyor.
Kahramanımız Clerici’nin bastırılmış eşcinsel yönelimine de gönderme yapan bölümlerde normallik meselesini ters köşe üzerinden sorgulamış. Akıl hastanesinde yatan bir baba ve evdeki şoförle olan ilişkisini saklamak gereksinimi duymayan bir anne. Toplumun dayatmaları karşısında kendini çok güçsüz hissedince; normal olarak ya da çevresindeki insanlar tarafından normal sayılarak hayatı daha kolay sürdürebileceğini düşünen bir çocuk; Clerici.
Gizli Teşkilata kabul edildiğinde kendisine yardımcı olarak gönderilen adama verdiği ilk görev ise annesinin aşığı olan şoförü ortadan kaldırmasıdır. İçindeki fırtınalardan kurtulmasının tek yolu normalleşmesidir.
Evlilik için, nikah kıyacak olan Kilise damadın günah çıkarmasını şart koşmuştur. Ben inançlı değilim yapamam der ama gelin adayı kimse inançlı değil bu sadece bir formalite deyince Kilisenin yolunu tutar. Günah çıkarmak için gittiği Rahip işlediği cinayetten ziyade eşcinsel ilişkisine odaklanınca öfkesine hakim olamaz tabi ki.
En yakın dostu kör bir adam olan İtalio ile bekarlığa veda partisinde yaptıkları konuşma çok şeyi açıklar.
Sıradan insan başkalarına güvenmez. Başkaları yabancı ne olacağı belli değil. Normal olmak korunaklı, güvenli liman. Normal bir adam önünden geçen kadının kalçalarına bakar, bakmayanlar ise sakıncalı, tekin değil. Sıradan bir adam; gerçek bir vatansever ve faşisttir diyerek görüş birliğine varırlar.
Paris’e balayına gider normalleşmek üzere seçtiği yeni karısıyla. Balayı görünümünde gitmiştir ama asıl görevi ülkedeki ağır baskı ortamından iltica eden muhalif akademisyenlerden birini öldürmektir. Bu Profesör aynı zamanda üniversitede ders aldığı bir hocadır. Bir bahane ile görüşmeye gider ve İtalya daki insanların Eflatunun Mağara benzetmesindeki zincirlenmiş esirler gibi olduğunu konuşurlar.
Eflatunun Mağara benzetmesinde kullanmış olduğu zincirlenmiş esirleri şöyledir.

 İnsanların büyük bir çoğunluğu karanlık bir mağarada, doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak oturmaya mahkumdurlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler.
Günlerden bir gün içlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve tekrar içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar ama içerdekileri, duvarda gördüklerinin zahiri olduğuna ve gerçeğin mağaranın dışında cereyan etmekte olduğuna inandırması imkansızdır.
Eflatun’un bu mağara benzetmesinde: Mağaraya zincirlenmiş insan; toplumun parçası olan ancak bireyselleşmemiş, farkındalığı gelişmemiş kişiyi temsil eder.
Mağara; toplumu simgeler.
Zincir; toplum içerisinde bireyi sınırlayan kalıplar, dogmalar, kurallardır. Bunlar zihnin özgürleştirilmesinde engellerdir.
Gölgeler ise toplum tarafından belirlenen ve benimsenen sorgulanmamış doğrulardır. Bağnazlık ve dogma zihinlerden uzaklaştırıldığı zaman zincirlerinden kurtulan insan başını ışığa doğru çevirecektir.
“Siz gittiniz biz de faşist olduk” der.
Profesörün karısı daha çok ilgisini çeker aslında ama kadının ilgisi de Clerici’nin genç karısına yönelmiştir.
Ve nihayetinde Clerici’nin bastırılmış eşcinselliğini yok sayıp, normalleştirme arzusu ile çatışan öyküde faşist partinin gizli teşkilatında kendini var etmeye çalışan bir adam vardır.
Kutsal evlilik kurumu, çocuğuna gösterdiği şefkat, dua ile uykuya yatırması ve karısını bakire Meryem ile eşleştirdiği sahneler baştan sona dikkatinizi kaybetmeden izlemenizi gerektiriyor.
Mussolini iktidardan düşüyor, bütün hepsi gibi. Karısı endişeleniyor başımıza ne gelir diye ama Clerici ;
“Ben sadece görevimi yaptım” diyor şimdi de dışarı çıkıp bir Diktatörlüğün nasıl yıkıldığını izlemek istiyorum.
Film düz bir faşizm ya da diktatörlük eleştirisi olarak kalmayıp baskı rejimlerinin insanların evlerine, ailelerine hatta cinselliklerini bile nasıl pervasızca müdahale edebildiğini çok net ve abartısız bir biçimde anlatır. Böyle dönemlerde; insanların kendini topluma ait olmayan bir yerde gördüklerinde, bir yandan çaresizce kendini saklama uğraşlarını, diğer yandan da “normal” olduğunu ispat etmek adına ne kadar zulmün yanında durabildiklerini izlemek insanı hırpalıyor elbette.
Ancak senin kendini deşifre etmemek adına ya da güvende kalmak için durduğun taraf gölgelerden oluşan bir duvar ise eninde sonunda gerçeğin olduğu tarafa dönmek gerektiğinde kendini nasıl hissedeceksin? Gideceğin yönü bu sorunun yanıtı ile belirlemek değil mi insan olmanın anlamı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder