18 Kasım 2016 Cuma

GÜNÜMÜZ SİNEMA KUŞAĞINDAN / ÜLKE VE ÖZGÜRLÜK LAND AND FREEDOM / KEN LOACH

GÜNÜMÜZ SİNEMA KUŞAĞINDAN
ÜLKE VE ÖZGÜRLÜK   
LAND AND FREEDOM / KEN LOACH





“Yaşadığımız yüzyılda, halkın bu gezegenin gerçek sahibi olabilmesi için birkaç büyük fırsat çıkmıştı ve bu da onlardan biriydi.” Diyor İspanya İç Savaşı için Ken Loach.
“Bunun neden gerçek olamadığı ise ilginç bir öykü oluşturuyor, çünkü bana kalırsa, çok fazla insanın bilmediği, önemli bir öykü bu; oraya savaşmaya giden ve düpedüz satılan insanların öyküsü gibi mesela. Faşistlerin kötü adam, başka herkesin de iyi adam olduğu bir film yapmakla yetinecek olsaydık, bunun ilginç bir tarafı olmayacaktı, çünkü bu hem kolaya kaçmak, hem de Cumhuriyetçiler tarafında dönen kötülükleri saklamak olurdu. Oysa asıl trajedi buradaydı. (Hangi Taraftasınız? Ken Loach ve Filmleri/Anthony Hayward)
Yönetmen İspanyol İç Savaşının öyküsünü, yenilen Cumhuriyetçilerin gözünden anlatıyor ve onları devrimin ilk günlerinde bölmeye başlayan ayrılıklara odaklanıyordu.
1936-1939 yılları arasında yaşanan bu İç savaş bütün dünyadaki komünistler için kaybedilmemesi gereken bir cephe gibi görülmüş ve pek çok ülkeden gönüllü olarak bu savaşa katılanlar olmuştur. Ancak bu gönüllü idealistlerin oluşturduğu milisler her ne kadar Rusya ve Meksika tarafından desteklense de, General Franco liderliğindeki Cumhuriyetçilerin arkasındaki Hitler Almanya’sı ile Mussolini İtalya’sının maddi ve silah desteği galip gelmiştir. Savaş sonrası da binlerce muhalif öldürülmüş ve yine binlercesi sürgüne gitmiştir. Franco ise 1975 yılında ölene kadar iktidarda kalmış ve İspanya da köklü değişimler yapmıştır.
Filmde Britanyalı işsiz, komünist parti üyesi David savaşa katılmak üzere İspanya’ya gider. Bu kararı verme nedenini nişanlısına şöyle açıklar; “Burada bana günlük ödenen 15 şilin işsizlik ödeneği ile hiçbir işe yaramıyorum. Gösterilere gidip, açlık grevlerine katılıyorum, dünyanın geleceği için gitmem gerekiyor. Bir şey yapmam gerek.” der.
Kaçak yollarla, pasaportsuz, sadece Parti kimliği ile İspanya’ya gider. Gönüllüler gelsin denilmektedir ama bunun için yardımcı olacak herhangi bir organizasyon yoktur. Gönüllü kendi yolunu bularak oraya ulaşacaktır. Sol hareket çoğunlukla dünyada eşitlik, adalet hakça paylaşımı aradığı için sermayedarlar tarafından destek bulmaz. Bir avuç adalete inanan insanlar kendi imkânları ile yola düşer. Maalesef ki para bir süre sonra davayı alt eder.
Ve David inandığı bu davaya destek vermek için yola çıkar ve uluslararası gönüllülerle bir araya gelir ve siperler kazıp, soğuk yokluk ve zorlukla dolu cephede savaşmaya gider.
İlk kez girdikleri çatışma sahneleri çok gerçekçidir. Loach’ın amacı oyunculardan gerçek bir savaştaymışlarcasına tepki alabilmekti ve bunu kesinlikle başarıyordu. Bunu başarmak için oyunculara senaryoyu parça parça dağıtırdı. Filmde oynayan oyuncular savaş sahnelerinde ne zaman öleceklerini bilmedikleri için stres yaşadıklarını anlatmışlardır. Hatta oyunculardan bir tanesi, filmde vurulma sahnesi çekildikten sonra 8 saat içinde eve gönderildiğini çünkü Loach’ın kalan oyuncuların onun yokluğunu gerçekten hissetmelerini istediğini anlatmıştır. “Ben eve vardığımda onlar benim cenaze sahnelerimi çekiyorlardı” diyerek Yönetmenin ne kadar gerçek duygu peşinde olduğunu anlatır.
Filmin en uzun ve can alıcı sahnelerinden biri de milisler ile kurtardıkları bir kasabadaki yerel halkın, eski bir toprak sahibinin arazisini kollektifleştirme meselesini tartıştıkları sahnedir. Tartışma ağırlıklı olarak yerel halkın arasında geçer. Başka ülkelerden gelen gönüllüler sadece kendi tecrübelerini paylaşırlar. Bu kararın halka ait olduğuna inanırlar. Almanya’dan gelen bir gönüllü milis;
“Almanya da ki işçi hareketi Avrupa’nın en güçlü işçi hareketiydi. Tam altı milyon kişi sendikalıydı. Geldiğimiz noktada Hitler’in Nasyonal Sosyalizmi ile baş başa kaldık” der.
 Paylaşmak isteyenler ile önce kendimi kurtarayım sonra gerisine bakarım diyenlerin yani bütün insanlığın tartışmasıdır aslında.
Hangi taraftan bakıyorsunuz dünyaya, nerede olmak istiyorsunuz bunu sorgulamaktır esas olan.
Kendilerine Uluslararası Tugaylar adını veren gönüllüler savaşmak içim geldikleri bu yerlerde arkalarında olmasını umdukları desteklerin aslında olmadığını anlamaya başlarlar. Hepsi gönüllüdür ve profesyonel asker değildir. Bu nedenle uzun süreli savaşta başarılı olmaları mümkün değildir. Rusya onlara silah ve teçhizat desteği vermeyi ancak kendi egemenliğini kabul etmeleri şartıyla onaylamaktadır. Oysa onlar bunun halkın savaşı olduğunu düşünüp buna destek vermek üzere gelmişlerdir. Bir Ordu’ya mensup olmak değildir inandıkları.
Nazi desteğini arkasına alan Franco uçaklar ile sivillerin olduğu yerleri bombalayarak ilerlemeye başlar. Şehirler birer birer düşer. Güçler eşit değildir.
Bölünmeler başlar. David önce üyesi olduğu Komünist Partinin isteklerine uyması gerektiğini düşünerek Barcelona’ya gelip oradaki guruplara katılır. Burada savaş artık bölünen Cumhuriyetçiler arasındadır. Karşı cephede kendisi gibi Britanyalı bir başka gönüllü vardır. Ülkesini bırakıp gelmiş ve burada bölünüp bir tarafta kalmıştır.
Cumhuriyetçilerin iki gurubu arasında çıkan çatışmanın ortasında kalan kadın karakter, yönetmenin duygularına tercüman olur.
“Biz size birbirinizle savaşasınız diye destek vermedik. Siz faşistler ile savaşacaktınız” diye haykırır.
Milislerin yanına döner tekrar. Ben burada dönüştüm diye yazar mektuplarında geride bıraktığı nişanlısına. Çok şey gördüm ve yaşadım. Bildiği ve inandığı her şey alt üst olmuştur.
Final sahnesi çok başarılıdır. Tarafların karşı karşıya gelip hesaplaştıkları andır. İsyan, gözyaşı, kan, ölüm, hayal kırıklığı hepsi bir arada. Bu samimi davadan eve dönen şey ise kısa bir dönem içinde olsa kollektifleştirdikleri yerlere ait bir avuç topraktı.
İnsan bazen zaman da bir noktaya, kırılma noktasına geri dönüp, o değişim anına müdahale edebilseydi ne olurdu?
 Örneğin; Hitler 20 yaşında başvurduğu Güzel Sanatlar Akademisine kabul edilseydi, Che Guevara Küba’da kendisine teklif edilen bakanlığı kabul edip Bolivya’ya gitmeseydi, Kraliçe İsabel batıya gidilmesini yasaklasaydı ve Amerika keşfedilmeseydi, Aztek yerlileri gemilerle gelen bu yabancıları gördüğü yerde öldürseydi ve Amerika hayatımızda hiç olmasaydı ya da İspanya içi savaşını Cumhuriyetçiler kazansaydı ne olurdu?
Ne değişirdi?