GÜNÜMÜZ SİNEMA KUŞAĞINDAN
ÜLKE VE
ÖZGÜRLÜK
LAND AND
FREEDOM / KEN LOACH
“Yaşadığımız yüzyılda, halkın bu
gezegenin gerçek sahibi olabilmesi için birkaç büyük fırsat çıkmıştı ve bu da onlardan
biriydi.” Diyor İspanya İç Savaşı için Ken Loach.
“Bunun neden gerçek olamadığı ise
ilginç bir öykü oluşturuyor, çünkü bana kalırsa, çok fazla insanın bilmediği,
önemli bir öykü bu; oraya savaşmaya giden ve düpedüz satılan insanların öyküsü
gibi mesela. Faşistlerin kötü adam, başka herkesin de iyi adam olduğu bir film
yapmakla yetinecek olsaydık, bunun ilginç bir tarafı olmayacaktı, çünkü bu hem
kolaya kaçmak, hem de Cumhuriyetçiler tarafında dönen kötülükleri saklamak
olurdu. Oysa asıl trajedi buradaydı. (Hangi Taraftasınız? Ken Loach ve
Filmleri/Anthony Hayward)
Yönetmen İspanyol İç Savaşının
öyküsünü, yenilen Cumhuriyetçilerin gözünden anlatıyor ve onları devrimin ilk
günlerinde bölmeye başlayan ayrılıklara odaklanıyordu.
1936-1939 yılları arasında
yaşanan bu İç savaş bütün dünyadaki komünistler için kaybedilmemesi gereken bir
cephe gibi görülmüş ve pek çok ülkeden gönüllü olarak bu savaşa katılanlar
olmuştur. Ancak bu gönüllü idealistlerin oluşturduğu milisler her ne kadar
Rusya ve Meksika tarafından desteklense de, General Franco liderliğindeki
Cumhuriyetçilerin arkasındaki Hitler Almanya’sı ile Mussolini İtalya’sının
maddi ve silah desteği galip gelmiştir. Savaş sonrası da binlerce muhalif
öldürülmüş ve yine binlercesi sürgüne gitmiştir. Franco ise 1975 yılında ölene
kadar iktidarda kalmış ve İspanya da köklü değişimler yapmıştır.
Filmde Britanyalı işsiz, komünist
parti üyesi David savaşa katılmak üzere İspanya’ya gider. Bu kararı verme
nedenini nişanlısına şöyle açıklar; “Burada bana günlük ödenen 15 şilin
işsizlik ödeneği ile hiçbir işe yaramıyorum. Gösterilere gidip, açlık
grevlerine katılıyorum, dünyanın geleceği için gitmem gerekiyor. Bir şey yapmam
gerek.” der.
Kaçak yollarla, pasaportsuz,
sadece Parti kimliği ile İspanya’ya gider. Gönüllüler gelsin denilmektedir ama
bunun için yardımcı olacak herhangi bir organizasyon yoktur. Gönüllü kendi
yolunu bularak oraya ulaşacaktır. Sol hareket çoğunlukla dünyada eşitlik,
adalet hakça paylaşımı aradığı için sermayedarlar tarafından destek bulmaz. Bir
avuç adalete inanan insanlar kendi imkânları ile yola düşer. Maalesef ki para
bir süre sonra davayı alt eder.
Ve David inandığı bu davaya
destek vermek için yola çıkar ve uluslararası gönüllülerle bir araya gelir ve
siperler kazıp, soğuk yokluk ve zorlukla dolu cephede savaşmaya gider.
İlk kez girdikleri çatışma
sahneleri çok gerçekçidir. Loach’ın amacı oyunculardan gerçek bir
savaştaymışlarcasına tepki alabilmekti ve bunu kesinlikle başarıyordu. Bunu
başarmak için oyunculara senaryoyu parça parça dağıtırdı. Filmde oynayan
oyuncular savaş sahnelerinde ne zaman öleceklerini bilmedikleri için stres
yaşadıklarını anlatmışlardır. Hatta oyunculardan bir tanesi, filmde vurulma
sahnesi çekildikten sonra 8 saat içinde eve gönderildiğini çünkü Loach’ın kalan
oyuncuların onun yokluğunu gerçekten hissetmelerini istediğini anlatmıştır.
“Ben eve vardığımda onlar benim cenaze sahnelerimi çekiyorlardı” diyerek
Yönetmenin ne kadar gerçek duygu peşinde olduğunu anlatır.
Filmin en uzun ve can alıcı
sahnelerinden biri de milisler ile kurtardıkları bir kasabadaki yerel halkın,
eski bir toprak sahibinin arazisini kollektifleştirme meselesini tartıştıkları
sahnedir. Tartışma ağırlıklı olarak yerel halkın arasında geçer. Başka
ülkelerden gelen gönüllüler sadece kendi tecrübelerini paylaşırlar. Bu kararın
halka ait olduğuna inanırlar. Almanya’dan gelen bir gönüllü milis;
“Almanya da ki işçi hareketi
Avrupa’nın en güçlü işçi hareketiydi. Tam altı milyon kişi sendikalıydı.
Geldiğimiz noktada Hitler’in Nasyonal Sosyalizmi ile baş başa kaldık” der.
Paylaşmak isteyenler ile önce kendimi
kurtarayım sonra gerisine bakarım diyenlerin yani bütün insanlığın
tartışmasıdır aslında.
Hangi taraftan bakıyorsunuz
dünyaya, nerede olmak istiyorsunuz bunu sorgulamaktır esas olan.
Kendilerine Uluslararası Tugaylar
adını veren gönüllüler savaşmak içim geldikleri bu yerlerde arkalarında
olmasını umdukları desteklerin aslında olmadığını anlamaya başlarlar. Hepsi
gönüllüdür ve profesyonel asker değildir. Bu nedenle uzun süreli savaşta başarılı
olmaları mümkün değildir. Rusya onlara silah ve teçhizat desteği vermeyi ancak
kendi egemenliğini kabul etmeleri şartıyla onaylamaktadır. Oysa onlar bunun
halkın savaşı olduğunu düşünüp buna destek vermek üzere gelmişlerdir. Bir
Ordu’ya mensup olmak değildir inandıkları.
Nazi desteğini arkasına alan
Franco uçaklar ile sivillerin olduğu yerleri bombalayarak ilerlemeye başlar.
Şehirler birer birer düşer. Güçler eşit değildir.
Bölünmeler başlar. David önce
üyesi olduğu Komünist Partinin isteklerine uyması gerektiğini düşünerek
Barcelona’ya gelip oradaki guruplara katılır. Burada savaş artık bölünen
Cumhuriyetçiler arasındadır. Karşı cephede kendisi gibi Britanyalı bir başka gönüllü
vardır. Ülkesini bırakıp gelmiş ve burada bölünüp bir tarafta kalmıştır.
Cumhuriyetçilerin iki gurubu
arasında çıkan çatışmanın ortasında kalan kadın karakter, yönetmenin
duygularına tercüman olur.
“Biz size birbirinizle
savaşasınız diye destek vermedik. Siz faşistler ile savaşacaktınız” diye
haykırır.
Milislerin yanına döner tekrar.
Ben burada dönüştüm diye yazar mektuplarında geride bıraktığı nişanlısına. Çok
şey gördüm ve yaşadım. Bildiği ve inandığı her şey alt üst olmuştur.
Final sahnesi çok başarılıdır.
Tarafların karşı karşıya gelip hesaplaştıkları andır. İsyan, gözyaşı, kan,
ölüm, hayal kırıklığı hepsi bir arada. Bu samimi davadan eve dönen şey ise kısa
bir dönem içinde olsa kollektifleştirdikleri yerlere ait bir avuç topraktı.
İnsan bazen zaman da bir noktaya,
kırılma noktasına geri dönüp, o değişim anına müdahale edebilseydi ne olurdu?
Örneğin; Hitler 20 yaşında başvurduğu Güzel
Sanatlar Akademisine kabul edilseydi, Che Guevara Küba’da kendisine teklif
edilen bakanlığı kabul edip Bolivya’ya gitmeseydi, Kraliçe İsabel batıya
gidilmesini yasaklasaydı ve Amerika keşfedilmeseydi, Aztek yerlileri gemilerle
gelen bu yabancıları gördüğü yerde öldürseydi ve Amerika hayatımızda hiç
olmasaydı ya da İspanya içi savaşını Cumhuriyetçiler kazansaydı ne olurdu?
Ne değişirdi?