"Hasat Zamanı Göçmen İşçi Daha Sonra Yalnızca Bir Serserisin"
Daha iyi koşulları bilmeyince bunca sefalet de
normalleşiyor. Yoksulluk da aşağı doğru genişleyen, ucu bucağı görünmeyen gayya
kuyusu sanki. Acı çekmeye başlayınca insan bir süre sonra kanıksıyor. Yokluk,
yoksulluk, sürgün, göç ya da savaş gibi olağandışı koşullarda bile hayatta
kalmanın bir yolu bulunuyor.
Amerika da 1929 yılında başlayan Büyük Buhran milyonlarca orta sınıf insanı silindir gibi
ezdi geçti. Kriz koşulları ve tarım arazilerinin büyük şirketlerin eline
geçmesi - kapitalistleşmesi- küçük toprak sahibi olan aile işletmesi çiftçilerin sadece topraklarını
ellerinden almakla kalmadı aynı zamanda evlerinden, köylerinden ayrılmalarına
sebep oldu.
John Steinberck'in Gazap Üzümleri romanı 1940 yılında John Ford tarafından sinemaya
uyarlandı. Film romanın güçlü altyapısı ve yönetmenin sağlam uyarlaması ile
klasikler arasında yerini aldı. En iyi yönetmen ve en iyi yardımcı kadın oyuncu
( Jane Darwell anne rolü ile ) Oscar ödüllerini aldı.
Film bir yol ve aynı zamanda umudun öyküsü. Çok başarılı bulunmasına rağmen Amerika da
bir çok eyalette gösterimi yasaklanmıştı. Daha da ilginci ise komünist Rusya da yasaklanmasıydı. Yasak gerekçesi ise
Amerika da en yoksul ailenin bile araba sahibi olabildiğinin
gösterilmesiydi. Velhasıl yönetim şekli
ne olursa olsun bizim beğendiklerimizi görüp, öğrenip, izleyebilirsiniz der her zaman iktidar olanlar.
Dünya savaşı sonrası kapitalizm gözünü küçük
işletmelerin küçük kazançlarına da çevirmişti. Tarımın modernleşmesi adı
altında uygulanan tekniklerle, insan gücü rekabet etmeyi başaramayınca önce
bankalara borçlandırılan çiftçilerin daha sonra da toprakları ellerinden
alındı.
Benim elimden bir şey gelmez diyordu topraklarını
terk etmelerini söylerken bir yandan da
purosunu tüttüren melon şapkalı, havalı arabalı adam. Şirketteki müdür ve
bankada çalışan adamın da. Biz sadece verilen emirleri uyguluyoruz.
"Peki ben kimi vuracağım o zaman" diye
sordu çiftçi, kim bunun sorumlusu?
" Sorumlu yok, sistem bu efendim" Hala
benzer cümleler pek çok yerde karşımıza
çıkmıyor mu?
Küçük çiftçiler
büyük şirketlerin eline geçen tarım arazilerinden zorbalıkla çıkarılmaya
başlayınca açlık ve sefalet de kapıyı
çalmıştı. Bir biçerdöver 15 insan eder
hesabı yapılınca; mülksüzler evlerinden çıkarılıp yollara atılırlar.
Ellerine geçen bir el ilanın da Kaliforniya'nın
verimli topraklarında çalışmak üzere 800 işçi aranıyor haberi herkes için çok caziptir. Joad ailesi de aynı umutla yola çıkmaya karar
verir
" Başka bir şansın yoksa bir şeyi yapmak için
cesaret gerekmez" filmin en belirgin diyaloglarından biridir. Külüstür bir
kamyonetle Oklahoma dan Kaliforniya ya gitmek için 10 kişi yola çıkarlar.
Toplam da 200 dolar olan paralarının 75 doları ile yolculuk yapacakları kamyoneti alırlar kalan miktar ile de 2.500 km
lik yolu gideceklerdir. 1930 lu yıllar. Ulaşım oldukça zor ve zahmetli.
Mola verdikleri kamp alanlarında karşılaştıkları
diğer gidenler ve geri dönenler morallerini bozmaya başlar. 800 işçi arayan adam 5.000 adet ilan
dağıtmıştır. Bunu 20.000 kişi görse ve 2.000 kişi gelse yine de bir iş için
ortalama üç adam seçeneği olacaktır iş sahibinin. Bu da en ucuza çalışan
bizimdir diyenlerin ekmeğine yağ sürecektir. Açlıkla/tokluk arasında kalmak,
yaşamakla ölmek arasında seçim yapmak gibidir.
Kaliforniya'ya vardıklarında kendileri gibi göç eden
yoksulların toplandıkları Kamp alanına gönderilirler. Manzara içler açısıdır.
İnsanlar sefalet içinde, iş bulup karınlarını doyurma umuduyla bu kamplarda
bekleşmektedirler. İşçi arayanlar ise gelip en ucuza çalışacak olanları
seçmektedir. Hak aramak isteyenlere ise takılacak kulp bellidir.
"Kışkırtıcı".
Kamp görevlileri kaç kişisiniz diye sorduktan sonra
bir de öğüt veriyorlardı. "İşini yap, sadece kendi işini yap ve başka hiç
bir şeye burnunu sokma."
Yolda ölenleri de olur. Tom ve Anne filmin en güçlü
karakterlerdir. Yaşamın umut, direnç kısmını anlatırlar. Okuma yazması olmasa
da tek amacı ailesini korumak olan anne; olayların arasında dünyaya bakışını
değiştirmeye başlar.
Oğlu, yakın
dostu vaizi öldüren güvenlikçiye kendini
korumak için vurunca adam ölür, linç etmek için Tom'u aramaya başlarlar, Anne
oğlunu hem saklar hem de şu sözlerle ona hak verir;
" Bir zamanlar topraklarımız vardı, bakınca
ucunu gördüğümüz sınırlarımız, tarlalarımız vardı, yaşlılar gençlere bunları devrederek yaşam sürerdi. Aileydik, bütündük
ve temizdik. Ama artık temiz kalmamıza izin vermiyorlar, dağılıyoruz.
Çocuklarımız kötü şartlarda ve vahşice büyüyorlar, inanacak hiç bir şey
kalmadı."
Kendi yaşadıkları, etraftaki aç, çıplak bakımsız
insanlar, bütün gün ölesiye çalıştıktan sonra kazandıkları paranın karınlarını
doyurmaya dahi yetmemesi, karşılaştığı diğer insanların anlattıkları, sorular
sormaya başlamasına neden olur.
Grev, grev kırıcı, bir işe birden fazla talip olursa
alınan ücretin azaldığı, birbirine düşman olmadan güçleri birleştirmek
gerektiği, haklar, haklılıklar hepsi bilinç üstüne çıkmaya başlar.
Bir adamın yüzlerce hektar arazisi varken yüz bin
çiftçi aç, belki bu sorunun cevabını anlayabilirim, bulabilirim der ufka doğru
yürürken Tom Joad.
Yazar da yönetmen de umutsuz değildir aslında. Ancak
bunca zaman sonra bile hala aynı koşulların yaşanmadığını kim söyleyebilir ki.
"Bir ara yenildik sandım, hepimiz kayıp
gibiydik ve kimsenin de umurunda değildik. Ama nehir akmaya devam eder her
zaman. Artık bir daha hiç korkmam, zor günler bizi güçlendirir. Bizi yok
edemezler, sonsuza dek var olacağız, çünkü biz insanız" diyen anne her
şeye rağmen güven ve umut verir
hepimize.
Tıpkı Nazım Hikmet'in dediği gibi ;
Güzel günler
göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler...
Motorları maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz, güneşli günler...