12 ÖFKELİ ADAM / 12 ANGRY MAN YÖNETMEN : HENRY FONDA
12 ÖFKELİ ADAM / 12 ANGRY MAN
ÖN YARGI GERÇEĞİ GÖRÜNMEZ KILAR
Kamera Newyork Yüksek
Mahkemesi'nin heybetli sütunlarını aşağıdan yukarı doğru çekerken; "Adalet gerçeğin
temelidir" demeye çalışan bir cümle ile başlar film.
Yargıç Jüriyi karar odasına
yollarken "Bir adam öldü, bir diğerinin hayatı tehlikede. Bu da sizin
sorumluluğunuz da." der.
Sistem kararın oybirliği ile
alınmasını zorunlu kılar. Üst Mahkeme yoktur. Jürinin kararı ölüm/kalım
kararıdır.
Film boyunca ölümüne ya da
yaşamasına karar verilecek olan delikanlının yüzünü görürüz, masumiyetini
anlatmak ister gibidir.
1957 ABD yapımı Sidney Lumet'in
yönettiği başrolünde Henry Fonda'nın ve diğer aktörlerin sağlam oyunculukları
ile ölümsüzleştirdiği klasiklerdendir.
Tek mekan, isimsiz on iki adam filmi başından sonuna kadar heyecanla izletir.
Adalet sistemini toplumsal
önyargıların içinde sorgular. Sağlam
durup haklı mücadelesini veren tek bir adam bile sonucu değişebilir. Yeter ki karşısında duran
kitlenin kafasına doğru bildikleri hakkında şüphenin tohumlarını ekebilsin.
Aslında çoğumuz yaşadığımız
güvenlikli mekanlarımızda ön yargılarımızın arkasına saklanarak vicdanımızı
rahatlatmaya çalışmıyor muyuz?
Yardım kuruluşlarına yaptığımız
bir kaç kuruşluk bağışlarla vicdanımızı rahatlatıp keyfimize bakmaya devam
etmiyor muyuz?
Arka cephelerde neler oluyor bu
soruları sormaktan özenle kaçınmıyor muyuz?
Kenar mahalleden bir çocuk/kadın
ya da adam cinayet ile yargılanıyorsa mutlaka suçlu mudur?
Suç işlemek aslında bir
alışkanlık mıdır?
Yaşadığın ortam ve şartlar suça
itebilir ya da o mahallede bizim suç
dediğimiz şeyler yaşamayı sağlayan gereklilikler midir?
Doğası gereği yaşam bazen bunu da
seçeneksizce sunabilir.Fakat bütün deliller yeterli olmasa da sırf orta sınıfın
tuzu kuru kitlesi senin suça yatkın olduğunu düşünüyor diye idam hükmünü hiç sorgulamadan
verebilir mi?
Şehrin kenara atılmış mahallesinde yaşayan 18 yaşında bir delikanlı. 9 yaşında
annesi ölmüş, baba hapse girince yetimhaneye gitmiş, sabıka dosyası hırsızlık,
gasp vb. suçlarla hayli kabarık. Şu anda da babayı öldürmekten suçlu bulunmak
üzere.
Jüri üyeleri isimsiz, her birine
numaralarla hitap edilmektedir. Hepsi
toplumda saygı gören işleri yapmaktadır. Hatta kendini diğerlerine tanıtmak
için kartvizitini vermek, yaptığı işin reklamını yapmak dahi son derece
doğaldır.
Bazı işler vardır ki; insanlar
bunlara üçüncü sayfa haberleri gibi, kendilerinin o kadar dışında bakarlar ki,
hiç duygusal bağ kurmazlar. İşletmelerin personel işlerine bakan servisinde işe son verileceklerin listesi,
hastanedeki ölüm raporları, hapishanedeki idam mahkumları gibi tıpkı. O
insanların evleri, geçindirmek zorunda oldukları aileleri, onları seven
yakınları yoktur sanki. Ya da yakınlarımız değillerdir. Jüri içinde ölüm kararını oylamak, son derece sıradan bir iştir.Herkes ikna
olarak gelmiş bu işi bir an önce bitirip işlerine /evlerine / yaşamlarına /
eğlencelerine dönmek istemektedir.
Akşamki beysbol maçına bileti olan adam sürekli saatine bakar,
biletin yanmasını ve maçı kaçırmayı istemez. Nitekim bitse de gitsek psikolojisi ile oyunu
çoğunluğa uymak üzere değiştirir ve bundan hiç rahatsızlık duymaz. Ne var ki
bunda diye de savunur kendini.
Mahkemenin tayin ettiği bir
Avukat savunur çocuğu. Çok para kazandığı ya da ona şöhret kazandıracak bir iş
değildir ve zaten de bu çocuğun bu suçu işlemesi kuvvetle muhtemeldir. Tanıkları
ve delilleri çok da araştırmadan kabul edip sıradaki diğer işlere bakmalıdır. Davada
sonuç aslında bellidir.
Vicdan ise 8 numaralı adamdır. "Suçsuz
olabilir, ben yeterince ikna olmadım" der. Her yerde bir tane böyle birisi
çıkar ve işleri bozar diye homurdanır üç tane tamirhanesi olan işi başından
aşkın adam.
"Makul şüphe" tanımı
ile olayı sorgulamaya başlar ve yavaş yavaş bu şüphenin tohumlarını diğer
üyelerin de beyinlerine ekmeye başlar.
Vaka-i adiye'den sayılabilecek
önemsiz, önyargılarla çoktan mahkum edilmiş bir çocuğun insan olma kimliği
çıkar ortaya. Vicdanların sesi olur itiraz eden Jüri üyesi. Kesin gözü ile
bakılan delilleri ve şahitleri sorgulatmaya başlar.
Herkes neden suçlu bulduğunu söylesin ve 8 numarayı ikna etsin diye karar verilir. Bu soruya mantıklı
gerekçelerle yanıt vermekte zorlandıkça
birbirlerinden ve kendilerinden şüphelenmeye başlarlar.
Önyargı bütün gücüyle savaşır
vicdanla. Kenar mahalledekiler böyledir der çoğunluk. İçki ve sefahate düşkündürler, zevk için adam öldürürler ve
asla düzelmezler. Dürüstlük nedir bilmez sürekli yalan söylerler. Ben onların
ciğerini bilirim diyen zihniyet suçtan emindir.
İnsan psikolojisini de sorgular
adamakıllı. Tanıklık edenlerin ifadelerindeki kesinlik masaya düştüğünde her
bir tanık içinde ayrı bir çözümleme yapar. Birinci tanık yaşlı adamın da
önyargı ile cinayetten emin olduğu için verdiği ifadeye inandığını söyler.
Mahkemeye çıkmak, görünür olmak, söylediklerinin dinlenmesi hayata atacağı
yegane goldür belki de. "Hiç kimse olmak son derece üzücü bir şeydir"
repliği vurucu cümlelerdendir.
Diğer tanık karşı evdeki pencereden cinayeti gördüğünü söylemiştir.
Tartışmaların sonunda kadının genç görünmek için gözleri bozuk olmasına rağmen
gözlük takmadığını anlarlar. Yatakta yatarken gözlük takmasının da imkansız
olduğunu fark ettiklerinde, bu tanıklığında önyargı ile zaten işlemiştir diye
yapıldığı ortaya çıkar.
Film izleyici ile çocuğun suçlu
olup olmadığının tartışmasını yapmaz aslında. Önermesi çocuğun bulunduğu çevre
ve koşullar gereği var olan toplumsal
önyargının gerçekleri görmeyi engellemesidir.
Suçsuz bile olsa suçlu olduğu konusunda herkes hem fikirdir.
Yoksullar, herhangi bir nedenle
öbür tarafa düşmüş olanlar, suçludurlar. Dünyadaki adaletsizliklerin sorumlusu
sorgulayamayacak durumda olanlardır. Ne zaman derin bir öfke ile başlarını
kaldırmaya kalksalar şiddetle cezalandırılmaları gerekenlerdir.
Öyle ya yılanların başı küçükken
ezilmezse sonra nasıl baş edilir. SUÇLU
der bu nedenle bir şekilde kendini büyük resimde bir yere sığıştırıp üç
beş kuruşluk düzenini bozmak istemeyenler. Zaten onlar da öyledir dediklerinde
huzur uykuları sarar her yanlarını.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder